22 Aralık 2015 Salı

Dedim ya Eylül dü..


Eylül ' dü .
Dalından kopan yaprakların 
Sararan yanlarına yazdım adını
Sahte bir gülüşten ibarettin oysa .
Ve hiç bilmedin ellerimin soğuğunu.

Eylül 'dü .
Di 'li geçmiş bir zamandı yaşadığımız
Adımlarımızın kısalığı bundandı
Bundandı gözlerimin durgunluğu . 
Sarı sıcak cümlelerde sözün kadar yalan , 
Ellerin kadar ıssız , 
Sen kadar zamansız molalar veriyordum
Ve çocuksu bir bencillikti hüznümüz .

Eylül ' dü .
İzlerini çizdiği zaman ansızın gidişin , 
Şimdi yoktu bir anlamı suskunluğun .
Çırılçıplak kalakaldım sessizliğin orta yerinde .
Sonra sesime yankı vermeyen uçurumlar kıyısında yürüdüm bir zaman
En çok sesini aradım .
Gözlerinse asılı bıraktığın yerdeydiler hala .
Gözlerini sildi zaman..

Dedim ya... Eylül ' dü.
Savruluşu bundandı kimsesizliğimin ...


7 Aralık 2015 Pazartesi

Güçlüyüm Çünkü

Çantamda Babet Var!
Ben güçlü bir kadınım çünkü gidenin arkasından el sallamayı öğrendim. 
Ağlamanın beni küçük düşürmediğini, acıların yaşanarak üstesinden gelindiğini öğrendim. 
Hayatta kimsenin kendinden daha değerli olmadığını, düştüğünde seni kimsenin kaldırmadığını, insanların bir kısmının iyi günlerini kalanın da kötü günlerini fırsat bildiğini anladım. 
Ailenin insan hayatındaki önemini, yalnızlığın baki olduğunu ve onu sevmen gerektiğini gördüm.
Karanlıktan korkmuyorum artık yalnızlıktan korkmadığım gibi... Geceleri tek başıma kaldığımda koridorun ışığı korumaya yetiyor beni. Çünkü zombiler beni yemese bile birgün ölmekten kaçamayacağımı öğrendim. Yatağımın altında yaşadığına inandığım canavardansa insanların çok daha tehlikeli olduklarını anladım. 
Kimsenin ben olmadığını, iyi niyetin bir halta yaramadığını, herkesin hep daha fazlasını beklediğini gördüm. 
Kötü niyetli insanlara alıştım. Kendi çıkarları için başkalarını harcayan insanlarla atıştım. Sütten ağzı yananların beni üfleyerek karşılamasına alıştım.
Ben güçlü bir kadınım çünkü ayaklarım hep yere basılı değil. 
Korkmuyorum uçmaktan. Geri düşmekten de çekinmiyorum. 
Biliyorum yara alacağım yerleri, acısa da üfleyince geçmeyeceğini ama elbet birgün biteceğini. 
Ben güçlüyüm çünkü düştüğümde ağlarken bir yandan kendime gülmeyi de öğrendim. Pire yüzünden yorgan yakmamayı, kimseyi kırmadan derdimi anlatmayı, sabrı ve tahammülü öğrendim.
Her şeyi bir kenara bırakıp aşık olmayı, sonuna kadar savaşmayı, kendime zarar verdiğim yerde gitmeyi, özlesem de aramamayı, arasam da bundan utanmamayı, gururuma gol atmayı öğrendim.
Ben artık güçlü bir kadınım çünkü topuklu ayakkabı giydiğimde yanımda babet taşımayı, babetler vurur diye yarabandı almayı, kıyafetlerin insanları önemli kılmadığını öğrendim.
Ben güçlü bir kadınım çünkü kadın olmayı, her koşulda ben olmayı, dışımda kırmızı ruj süren bir kadın olmasına rağmen içimdeki çocuğa sahip çıkmayı, hayallerimin peşinden koşmayı ve daha bir çok şeyi öğrendim.
Yani diyorum ki sevgili hayat; 
ben çokça sınandım, dersimi de aldım, artık mutlu olabilir miyim?

21 Kasım 2015 Cumartesi

Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz!

İlhan Berk “Yazmak mutsuzluktur, mutlu insan yazmaz” demiş, herkeste böyle olmayabilir ama bende kesinlikle böyle. Benim kalemim yalnızlık ve hayal kırıklığına banıp o kan rengini alıp yazıyor sadece sanırım... Tamamen güvende ve mutlu olduğumu iliklerime kadar hissetmem de zaman alıyor benim.Ya geçmişteki şahit olduğum, gördüğüm, duyduğum, yaşadığım yanılgılardandır ya kaybetme korkumdan bilinmez.. Sizi dünyanın en değerli insanı da hissettiren, en değersiz çöpü de hissettiren aynı kişidir bazen de,aynı gövdede iki insan gibi, birini yazamadan yaşayıp tadına varamadan çikolatanın üzerine zamansız su içer gibi diğeri gelir ve tadınızı kaçırır, hangisini anlatmak zordur ? Hangisini kendinize saklamak hangisine isyan etmek istersiniz? Öfkeliyken yazan çizen anında yedi düvele duyuran yerden yere vuran birinin amacı nedir ,
ne olabilir, kişiye göre yorumu değişse de, kendisi bunu çatır çatır yapar hak görürken başkasının duygularını ifade edişini/ ya da etmeyişini eleştiriyorsa bu adil olamayan tutum zaten yeterince açıktır. Hoşgörüsüzlüğün ve empati yoksunluğunun yıktığı düzen ve gereksiz baskı çok şeyin sonunu getirmiştir. Bir tek cümleyi kaç defa açabilirsiniz, sabrınız ne kadarına yeter? Tahammül edemediğiniz bam telinize ve kişiliğinize hasar veren sözcükler vardır kaç kere kulak ardı edebilirsiniz? Sizin tek cümlenizi yerden yere vuran uzun uzun açıklamanıza ikna olmuyorsa hayal gücüyle baş başa bırakın kendi ruhunun yansımasıdır görmek istediği, başedemezsiniz! Kim kime nasıl bir hak veriyor olabilir en çok merak ettiğim de bu? Hiç birine al beni yerden yere vur dediniz mi?

İçimizi "anonim" olarak dökmek için açtık bu blogları, zamanla güvendiğimiz, kalbimizi açtığımız insanlara da adres verdik bizi anlasınlar, tanısınlar ya da herhangi bir konuda fikrimizi okusunlar diye çeşitli sebeplerle. Bazen de serzeniştir içten içe.. Sadece kendi kendimizle konuşmaktan ibarettir bazen bazı postlar. O zehir yazarak akar gider zannederiz.

Sonra size onu neden yazdın bunu neden yazmadın şunu kime yazdın denildiği an,satılarda kendini aramaya başladıysa birileri, anonim olmakta ne kadar haklı olduğunuz ve olamadığınızda sizden beklenenler, size yapılan anlayışsızlık ve baskılar sizi yazmaktan soğutur hayattan soğuttuğu gibi. Ama en kötüsü kalbin soğumasıdır...Donmuş bir kalbi ısıtmanız bazen imkansızdır ne yazık ki. Diğer en kötü şeyse artık içinizi dökecek hiçbir mecra kalmamıştır size.

An itibarıyla duygularımı ifade etmeye çalışmaktan, kendi kendime hohlayıp donmak üzere olan motoru çalıştırmaya çalışmaktan, yazmaktan ve şeffaf olmaktan vazgeçiyorum!

Kontağı kapatıyorum. Duygularım da isyanlarım da bana kalsın. Ben bıktım yorum yapmaktan , bıktım söyleyip anlaşılmamaktan! Sözde özgürlüğüme müdahele edilmesinden, bıktım!

Yaptığımızı aynen sürdürürsek, aldığımız sonuçlar hep aynı kalır.Deliliğin bir diğer tanımı “aynı” şeyleri yapmaya devam edip, değişik sonuçlar beklemektir.

Bu da bir alıntı evet, ve ben bunu bu saniyeden itibaren görebileceğim her yere yazıp yapıştıracağım,  deliyim evet ama aynı umudu besleyip aynı sonuçları almamak için yapabileceğim
tek doğru şey bu.
  .

Son olarak, eğer kendinizi illa biriyle kıyaslamak istiyorsanız, kendinizle yapın bunu. 
Eski ben ve şimdiki ben şeklinde. Birini anılarıyla beraber kabullenmeyi hazmedemiyorsanız, uzak durun en baştan ve kendiniz kadar kusursuz, tertemiz (!) birini bulun lütfen. Yaşanan her şey tecrübedir, bazen kaderdir, bazen seçimdir ama biten bitmiştir.
Ve kimsenin geçmiş iyi veya kötü gününü, tercihini, hatasını (hele de pişmanlığını)
vurmayın tokat gibi yüzüne.
Yoksa inanın bir gün bunun acısını en derininizde siz de hissedersiniz.

16 Kasım 2015 Pazartesi

Anlatayım bayım...

Peşimde olan onca insan arasından, üstelik hiçbir karşılık beklemeden 
neden seni sevdiğimi anlamaya çalışıyorsun değil mi. 
Anlatayım. 
Sen bana hiçbir zaman aşık olmayacaksın güzel adam. 

Seninle hiçbir zaman gittiğimiz her şehirde -mutlaka- sevişmeyeceğiz. 
Seninle başka şehirlere gitmeyeceğiz bile. 
Sen gecenin bir yarısı uyanıp nefes alıyor muyum diye kontrol etmeyeceksin beni. 
Çoğunlukla sarhoş halde sızacaksın yanımda. 
Makine durmadan uykuya dalarsam, sen kalkıp buruşmadan asmayacaksın çamaşırları. 
Ütü yapmayı bilmediğimden haberin bile olmayacak belki. 
Faturaları sen takip etmeyeceksin. 
Bizim asla bir evimiz olmayacak ki..

Biz hiçbir zaman, ”Biz” olmayacağız ki.
Sen benim gözlerimde tek olmak istemeyeceksin mesela hiç. 

Büyük ihtimalle gözlerime öyle çok fazla da bakmayacaksın zaten. 
Senin gözlerinde bir başkası olacak çünkü her zaman. 
Sen benim en zayıf yanlarımı hiç bilmeyeceksin. 

Hep makyajlı göreceksin beni. 
Sabah olunca o tuhaf sessizlik olmadan kendi evime gideceğim ben hep. 
Hasta olduğumda sümükten örümcek ağı tutmuş iğrenç burnumdan haberin bile olmayacak. 
Saçlarım hep temiz olacak senin yanında. 
Küfür kıyamet ağzımın arkasında gizlediğim, bir kedi öldü diye saatlerce ağlayan 
küçük kızı göremeyeceksin sen hiç. 
Her işime sen koşmayacaksın. 

Benim gözlerim yanmasın diye kıyamayıp soğanları sen doğramayacaksın. 
Sana alışmayacağım. 
Bir anda gitsen, ben, sen olmadan ne yapacağımı bilemiyor olmayacağım hiçbir zaman.
Aslında sen, bana hiç gelmeyeceksin bile. 

Benim olmayacaksın asla. 
Canımı yakamayacaksın benim hiç. 
İçime işleyip, her şeyim olup, sonunda beni bir piç gibi ortada bırakıp gitmeyeceksin işte!
Zor olduğun için seni sevdiğimi sanıyorsun değil mi? 

Ben seni -imkansız- olduğun için, beni bir kez daha öldüremeyeceğini bildiğim için seviyorum.


Ruhumdaki rüya yakalayıcılar artık bir işe yaramıyor, başlayan her yeni gün kabus. 

Çıkıp yastığımın altından başlıyorlar boğazımı sarmaya ve gün boyu devam ediyor atak atak.

Sen, bunların hiçbirini bilmiyorsun.

Sen, bunları bilmek için fazla uzaksın rüyasına da, gerçeğine de hayatın.

Artık ben şaraba daha yakınım..
Kırmızılığı sarhoş ederken, hayallerimi de es geçmiyorum.
Belki bir sahil kenarında yalınayak, kollarımı havaya açıp sana hayallerimden bahsederim.
Ama zamanı var.
Ya da zaman, sen neredeysen orada değil.
Bunu bilemiyorum...

16 Eylül 2015 Çarşamba

İyi ve Güzel Kadınlar Hep Ağlar

Bildiği gibi değilmiş buralar, o her şeyi mor severmiş.
Kim girse hayatına "seni seviyorum" der ve gidermiş.
Kalbi kırılmış bir kadın, belki de saçları ondan kısaymış.
Konuşulacak şeyler varmış daha, ama avazı çoktan çıkmış.

İşte bu yüzden leş gibidir buralar,
İyi ve güzel kadınlar hep ağlar.
Zor be kadın ama sen dur bakalım,
yakında yeni bir gezegen bulunur nasıl olsa.

İnce ince doğranmış herkese bi parça dağılmış.
Sıradan hayalleri varmış ama hepsi ondan alınmış.
Kalbi kırılmış bir kadın,
ve hiç zamanı olmamış alışmaya.
Yaşamak bir meslektir buralarda,
zaten inancı kalmamış mutlu sonlara..

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Beynimdeki çöle yağan ilk yağmurun resmi, çamur ve kül ile son buluyor. .

Son derece tatsız, tatsızlığından lavaboya dökülesi bir bardak çay gibiyim ziyan olasım atık sulara karışasım var. Hal böyleyken bana güzel gelen her şey, güzellik manasından sıyrılıp anlamsızlık boşluğuna düşmekte..o öylesine derin bir boşluk ki, diğer ucu başka zamanlara başka boyutlara kadar uzuyor.Yani güzellik paralel evrenlerde hala güzellik olarak başkalarına kalacak... ama bozulması kolay olduğundan umursamıyorum. 
Zihnimdeki çöle yağmur yağdı... o yağmurun varlığından habersiz (son yağmurdan sonra oluşmuş) hücrelerim korkuya kapıldılar, son derece kuru olan beynimin zemini çamurlandı, pislendi. Kimse hakkında iyi bir şey düşünemeyeceğim bir süre. 
Çölün ortasında tek başına 30 yıldır duran, kuru ağacın dalına bir karga konmuş, beni beklediğini hissediyorum. Ona doğru gitmek istemediğimi anlıyor..ama orada bekleyecek.Ağaç o kadar kuru ki bu son yağmur en ufak bir yaşam bahşetmedi ona..dalındaki karga sanki yaşam gücünü çalıyor. karganın bir gözü daha büyük, bana hep küçük olanıyla bakıyor... Bende onu küçük görüyorum zaten.. 
Ağzımı açıp bir iki damla yakalamaya çalışıyorum, saniyenin onda biri bir keyif geliyor çamur tadıyla birlikte...karganın sesi damlayı havada yok ediyor!Koşarak ağacın yanına gidiyorum, son sigaramı ağacın gövdesine bastırıyorum. kısa bir çığlıkla birlikte tutuşuyor ağaç.. "evet" diyor karga. "yeni bir çağ başlayacak" "beni sinir ediyorsun." diyorum. "yeni bir çağ...""başlamayacak. herşey aynı kalması için bazı şeyler yokedilmeli" "ağaç buna dahil değildi.." "rengini kaybeden her şey yokolmaya mahkumdur" diyorum "hem bu ağaç o ağaç değil:(" "bir şeyin zamanda çok fazla yansıması vardır"diyor sonra gidiyorBir alaca tüy düşüyor yere. küllerin arasına, alıp onu oraya dikiyorum. 
Kül yığınımın üzerinde bir alaca tüy..
Beynimdeki çöle yağan ilk yağmurun resmi, çamur ve kül ile son buluyor. .

29 Haziran 2015 Pazartesi

Yine mi sızladı?

Babalar gününde bir blog yazmadım yine,
gerçi gündem ve gereksiz yere herkesin yazdığı günlerde ben tam aksi yazmamayı tercih ederim ama
bu çok ayrı, isterim ki her yıl babalarına sevgilerini, çocukluk anılarını, onlara okutarak yazsın herkes.. ama bir de benim gibi geçirenler var bugünü.
Ve bu yüzden her yıl yazmasalar da olur, çünkü o eksik öylece kalacak ve yeri dolmayacak,
duygularsa hiçbir biçimde telafi olmadığı, değişmediği gibi, alışılmayacak.
Ama tam da o gün, daha bir kanayacak yaranız,sevgisizliğinizin, güvensizliğinizin, o hep "nasıla bırakıp gidecek", ya da kaybedeceğim korkunuzun temellerini , hırçınlığınızın bu içinizi yırtan özlemle alakasını hiçkimse anlamasa da, siz bi daha hatırlayacaksınız..
Buna yalnızca kaybedenler değil, babasından "babalık" göremeyenler de dahildir, anlarlar beni..

Az önce bu videoya rastladım, önce gülümseyerek izledim,
ilk düşündüğüm bir evlat sahibi olmanın nasıl bir mucize olduğuydu..
Sonra,,
Boğazıma bi yumruk oturdu,
çocukluk resimlerim geldi aklıma, nerde olduğunu bile bilmediğim, o kadar azlar ki,

Şimdi izlediyseniz 3.24 e gelin ve orda dondurun.
(Bunu o an benimle bu videoyu izlemesini söylediğim birine de rica ettim, ama duymadı bile:))

Ve içimde patladı bi defa daha yalnızlığım..kalabalıklar içinde, her nerde olursam,kimle olursam benimle olan,.

İşte tam 3.24 e kadar gelebildi benim babam da, ve ilerisini göremedi, ben de onu...
şimdi çocuğunuzun sadece bu kadarcık büyüyebileceğini düşünün?

Ya da çocuğunuzun büyümeye devam ettiği, ama hiç yanında olup ona sarılamadığınızı,
onu hiç teselli edemediğinizi, en ihtiyacı olduğu anlarda ve kararlarda, en üzgün zamanlarında kucaklama şansınızın olmadığını?
Bi hata yaptığı zaman dağ gibi arkasında olmayacağınızı, bu yüzden hata yapmaktan korka korka
hiç adım atamaz hale geldiğini?

Demem o ki, hayatınızda "varken" değerini bilin, sımsıkı sarılın çünkü yarın yok,
ama iyi, ama kötü, inanın ""hiç yok!" kadar acı değil hiçbirisi..
Eksik bir şey değil, çok şeyimiz var ama bu bambaşka.

Sevgi yoldaşınız olsun..

21 Haziran 2015 Pazar

Sah Mat

Kadın çok korkardı karabasanlardan, oysa gece yattığı an boğazını sıkan eller, gözlerini kapatmasına rağmen uyanamayışı bu kabuslardan, onu hasta ediyordu günbegün..

Çok şaşalı bir geçmişi olduğu sanılıyordu kadının, oysa yaşadığı şeyin çokluğu değil, derinliğiydi yüreğini yoran, yüreğine teğet geçen, ya da birazcık değebilen herkes, onu önce baştacı eder, 
en ufak bir tereddüt ve güvensizlik hissettiğini gördükleri an o koydukları yerden ilk fırsatta atar yerden yere vururlardı.. 
ama o unutamazdı ne yapılanı, ne işittiklerini ne de yüreğine teğet geçeni..zordu bir insana alışması ve onu kabul etmesi çünkü ve gönül denen kapının dışarıdan kolu yoktu,
içeride kalıyordu bir defa giren ama zamanla sessizleşiyor,kabuslarına karışıyordu.

Gideceği yere sadece onunla varacağına inandırmak için çırpınır, sonra ilk durakta indirirlerdi,kısacık sürede ve henüz yerine alışmadan...bitmeyen koşullar ve bahanelerle oysa sevmenin koşulu olmazdı ona göre..arka koltukta unutulmuş gibiydi..
Ordan sonrası önemliydi oysa onun için, gideceği yönü belirleyen en önemli şeydi bu,
o çakılmışken yerinde ,yolun devamında yanlarına aldıkları yol arkadaşları kadına bazen "iyi ki!" dedirtir bazen tam aksi kimlere tercih edildiğini, onlar kadar değer görmediğini sanıp anlatılmaz bir azap yaşatırdı içten içe..
Bazen, anlamalarının tek yolunun aynısını yaşamaları olduğunu düşünür rastgele bir yol arkadaşına katılır gibi olurdu ama bu sadece kendisini yolundan ederdi yine:(

Ellerinde oyuncak olmamıştı sürekli kaçması sayesinde ama bazen kaderin elinde oyuncak olduğunu,uğursuz olduğunu, cezalı bi sürgün melek gibi onu sevenleri de gittiği çukura sürükleyeceği korkusu dizlerinde derman bırakmamıştı..bu defa da yarım kalan şeylerin ağırlığını taşımak zorunda kalırdı.. ki çok daha zordu bu tüketilenlerden.

Geçmişinden kaçtığı zannedilirdi kadının, oysa geleceğiydi onu korkutan, gücünü elinden alan,ona "zaman" diye bişey öğretilmişti, sadece ona inanır, herşeyi halleden, 
açığa kavuşturan ve ispat edenin o olduğu söylenmişti..
Yoksa güven denen şey geçersiz bir masal oluyordu.
Ama hiçkimse inanmıyordu buna..

Zordu oysa dar vaktlerde bir sevdayı anlamak, inanmak ve hiçbir şeyin değişmeyeceğine ikna olmak. Yağmura, fırtınaya, durgunluğa dayanmayan sevgi varmıydı ki? 
Sadece güneşli havalarda mı olurdu sevda denen şey?

Onu olduğu gibi kabul edecek, kusurlarıyla,ürkekliğiyle sevecek ve vazgeçmeyecek,
en önemlisi kalbindeki yeri değişmeyecek birini hayal ediyordu, o değişmiş görünse de buna inanmayacak kadar iyi tanımalıydı onu, belki kendinden öte..

Uyumak istiyordu sadece, herşeyden kaçmak, uyumak, birbirinin aynı yalnız ve hayalkırıklığı getiren yeni bir güne daha gözlerini açmamak..ama yastığa başına koyduğu an istemsizce karabasanlara varan düşünceleri durduramıyordu beynini yiyip bitiren.

Kimseyi kırmamak, kırılmamaktı tek dileği, ona uzanan her eli tutamazdı, onları da kabuslarının içine alamazdı, buna hakkı yoktu bu yüzden bi savunma mekanizması geliştirmişti anlamsız görünen..kocaman duvarları vardı ,kendince doğruları, yanlışları,önyargıları da vardı ,
yalnızca gördüğüne inanırdı ama ONU HİÇ anlamadıkları çok açıktı..
En kötüsü gücü tükendiği an dilinden dökülen isyan sözcükleri karşısına her saplandığında kendi bedeninde açılan onarılmaz yaralardı...

Stratejilerden, oyunlardan anlamadığı için hep hükmen yenikti...hayata, oyunlara, kurallara..
Kazanamayacağı baştan belli hiçbir oyuna dalmayışı bundandı.. 

Huzur, yoktu..Veremeyeceği bişeyi karşısından almaya beklemeye hakkı yoktu..
Ve bu bilmeden oynadığı satrançın sonu da.

Onun kaderi, hep mat olmaktı..

6 Haziran 2015 Cumartesi

Jigsaw!


Herkes kendi puzzle parçalarını çoktan bitirip duvarını süslemişken, 
eksik-yarım yamalakta olsa o mutluluk onlara yeterken
Senin en değerli parçasını , gözbebeğini kaybetmiş olman,
daha da beteri neyi alıp eğip büksen, ellerinle özenle çizip oraya yerleştirsen,
yani ne yaparsan yap
yerine o keskin boşluğu dolduracak bir parça bulamaman?
Binlerce parçanın ve onca emeğin minicik bi parça yüzünden gözünde değersizleşmesi..

Her sabah kayıp parçayı bulacağını sanarak uyanman..ne acınası değil mi?

Bunlara hep "kaybetme korkun" sebep aptal.
Bazılarınınsa yerden yere vursa da "kaybetmeyeceğinden emin olması"
~~
Her ne olursa olsun kayıp kayıptır.. ve, o eksik parçayı bir daha asla bulamayacağını kabullenmek gerek  bugün anladım ki. O kayıp..kimbilir nerede..ait olmadığı boşluğu tamamlamayacak.
Sen boşlukla tamamlarken kendini.. 
O çoktan uyduruk bir tabloda yerini almıştır  ,uymasa da, yakışmasa da, tamamlanmasa da, yarım da kalsa.. 
yani sendeki bütünün hiçbir hükmü yoktur artık..

4 Haziran 2015 Perşembe

Biz Kaybeden...

İçimde bişeyler var..
Anlatılır gibi değil, kurtulunabilir de değil,kuruntu, hiç değil
ama bazen tek bir renk demiştim ya, tek bir kelime, tek bir şarkı birleşip
hani bu crush saga misali aniden bir araya gelip patlıyor içimde korkunç biçimde
ve bu patlama çoğu zaman kirpiklerime hücum ediyo yağmur damlacıkları halinde..
Kalbim çok acıyo..

Dudaklarımı ısırıyorum, içimdeki sesleri susturmak için, aralasam korkunç bir çığlık halinde
ya da isyan belki, çıkacaklar istem dışı sesler işte..istemediğim yerlerde..
Kaybolmıcam di mi demiştim ya, kaybolduğumu hissediyorum diken gibi batan bişeylerle..
her gün azalacağına artan bir umutsuzlukla ve unutacağıma hatırlamalarla satır aralarını
daha da dibe, derine batıyorum vurgun yemiş gibi ve engel olamıyorum..
Bununla yaşamaya alışmaktan başka çarem yok, herkes gibi,
umursamaz görünmeliyim, üzümüyomuşum gibi, kendime bela anmıyormuşum gibi her gün hala canımın acımasına sinirlenip,
onarılmaz kırılan dökülen şeyler, yapışmaz bir daha en azından bende..
Yani öpseler yaralarımı, geçmez dudaklarına bulaşır kan revan içinde kalırsın..öyle.

O yüzden, sus kalbim.. sus ve beni dürtme, aklımı kullanmama izin ver, sen biraz sessiz kal,
dinlen, kabullen, bana sesini duyurma!!
güçlü görünmeme, o mağrur başımı eğmeme ve gururumu kırmama da sebep olma olmaz mı?

Ve sakın bunları kimseye anlatma, deli saçması çünkü :') anlaşılmazsın...


 Hani bazen durup duruken bir şarkı seni de ağlatıyor mu?
 Sen aynı sen, ben aynı ben, yol aynı yol...biz?

30 Mayıs 2015 Cumartesi

Ben kaybolmıcam di mi?

“Düzen ve güven kadar ürkütücü bir şey yoktur. 
Hiçbir şey. Hiçbir korku… 
Aklını en acı olana, en derine, en sonsuza atmışsan korkma. 
Ne sessizlikten, ne dolunaydan, ne ölümlülükten, ne ölümsüzlükten, 
ne seslerden, ne gün doğuşundan, ne gün batışından. 
Sakin ol. 
Öylece dur. 
Yaşamdan geç. 
Kentlerden geç. 
Sınırları aş. 
Gülüşlerden geç 
Anlamsız konuşmaları dinle, 
galerileri gez, kahvelere otur 
– artık hiçbir yerdesin.” 
  Tezer Özlü

Bugün haftasonu tembelliğine kapılmışken ve bir kaç saat içinde dışarı çıkacakken içimdeki kasvet yukarıdaki alıntıyı düşürdü aklıma.
Ve tam da ona uygun bir şarkıyı (sonu bekleyin malum kroşe için;))
 Bir zamanlar, yazmaya ve içimi dökmeye daha açıkken, her haftasonu yazardım hatta tarifler bile verirdim, hatta bugün de akşamüstü muffin yapıcam yine, ya da bugün cupcake yapayım daha çok uğraşacak şeyim olsun:p ama artık aştık tabii minik rengarenk silikon kalıplarım var,
hayatımın rensizliğine inat.. ve daha fazla çikolata ekliyorum tatsızlığıma inat...
Yok yok karamsar ya da dramatik değilim mutlaka bulurum ben gülümseyecek bişey, mesela aniden bana puslanan sarı kedimle oynarım o bana matrix gibi uçar, ısıramadıkça sinirlenir, yorulana kadar zıplar bacaklarıma yapışır, ben yakalarım ellerime saldırır, oyun bittiğinde yorgun ama keyifli oluruz, ama ellerim kanıyo ve ben acısını hissetmiyor olurum onun o mutluluğu hatrına..
Zaten dinlenip siniri geçince melodik bi mivv le kucağıma yerleşir zorla sev diye bilir kovmaya kıyamayacağımı:'
Dışarı çıkıp bi bahçede otursam, yer minderlerinde mesela ve toprağın kokusunu alsam..
Ya da amaçsızca dışarı çıkar marketten yemeyeceğim abur cuburlar ve kedi mamaları alır yolda gördüğüm kedilere döke döke eve gelirim, abur cuburları site bahçesinde oynayan çocuklara dağıtırım, Biraz oturup onları izlerim ve bunlar gülümsemek için sağlam nedenler benim için.
Diyorum ya, ben ucuz şeylerle kolay mutlu oluyorum, ama basit şeylerle olamıyorum..

Aslında başka bişeyler anlatacaktım ben, mesela hayatını değiştirmekten neden korkar insan?
Düzen ve güven neden ürkütür bizi?
Neden bazıları çok cesur bazıları güven ve garanti takıntılı?
Bir şeye atıldığınızda vazgeçmeniz durumunda kaybedecekleriniz mi,
yoksa hayalkırıklığı yaşamak mı sizi yolunuzdan döndüren ya da adım atmanızı olanaksız kılan?

Neyse ben bunları düşünmeye gidiyorum, "hiçbiryere" ,mutlu bir haftasonu olsun..
Vee şarkı gelsin!



10 Mayıs 2015 Pazar

Acıdan geçmeyen şarkılar biraz eksiktir ..


Bir ilaç olsa hafıza kaybettiren,ya zombiler bu defa beynimi yese, ben eminim ki yine herşeyi yeni baştan yaşardım dönüp dönüp ,
sırf mutlu olduğum o kısacık anları yeniden yaşamak için..
İzlenmemiş filmleri, dinlenmemiş şarkıları, eşlik ettiklerini, ilk defa keşfettiklerini,
yarım kalmış planları, hayallerini ,oraya ne koyarsan koy tamamlayamadığını
hafızan olmasa da hissedersin bazen tek bir "renk" ile bile..

Geçen gün tesadüfen baktım ki, bir tek yalnızlık var hayatımda değişmeyen,
başrolde, tercih ya bu, öyle ..bazen daha fazladır ya her şey, böyle hissetmişim bir sabah..
olan birinden ayrılık değil, gelmesi beklenen bilinmezmiş yine bunu hissettiren..
Her zaman böylemiydim, bilmiyorum?
Ben hep o pusuya düşüyorum bildiğim bu.
Oysa o kadar basitmiş ki çaresi:'

Yani ben bazen...ben bazen...hep..
Neyse bugün günlerden Sezen..
Ben susayım, sadece o söyleyebilir benim yerime, yoksa yürek yıkanmayacak..
kocaman bir liste var önümde, hem bağıra bağıra söylemek hem ağlamak için:)
O zaman hemen git radyoyu aç bir şarkı tut,

Ya da bir kitap oku mutlaka, iyi geliyor 
Ya da balkona çık bağır, bağırabildiğin kadar 
Zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor 
Ama fazla da üzülme, hayat bitiyor bir gün 
Ayrılıktan kaçılmıyor 



17 Nisan 2015 Cuma

Hayat bazen..

Yaptığım iki fincan sıcak kahvenin diğerinin buz gibi olması, asla sahibine sıcakken ulaşamaması, ulaştıramamam..
Ya da ağız dolusu anlamsız sözcükleri canım acıdığı an bir nefeste sarf etmek ama tek kelimesinin bile anlaşılmaması.. işin kötüsü ne zamanı ne sözlerimi geri alamamam..
Bana söylenen yenmez yutulmaz sözleri zaman gelip unutmam, aptallığımdan değil, gurur ve öfkenin pişman edici ağırlığını bildiğimden..
Yaralarım kanadıkça o gereksiz gururumun beni hırçınlaştırması,elimi kolumu bağlaması.
Her an her durumda benim suçlu duruma düşmem işin kötüsü zaten suçu hep kendimde aradığımın ve telafi etme çabamın görülmemesi..


Hayat herkese zor biliyorum, biliyorum ama bana hiç adil değil :( 
 Bir umuttu yaşatan insanı..değil mi, hı hımm...

15 Nisan 2015 Çarşamba

Dönüş..

Yeniden yazmaya başlama isteği varken içimde, eskisi gibi sürer mi yazarmıyım,
 yine üşenip kendime mi saklarım kelimelerimi bilmem ama çok dolmuş hissediyorum kendimi,
ve enerjimi dikkatimi farklı yönlere  kanalize etmem gerekiyor.
Nedenlerini açıklamam çok zor ama herkesin zaman zaman böyle dönemler geçirdiğini biliyorum.

Dönmek istiyorum ama, yerini yadırgayan prenses edasıyla yatak altındaki nohutlara taktım:p
eskiden tema ve şablon konusunda herkese yardım eden , header konusunda rakip tanımayan ben şimdi sudan çıkmış balık gibi oldum bir anda :)
Bu yüzden aratıp taratıp bilgi bulmak istemiyorum,daha doğrusu istiyorum baktım yardımcı olabilecek postlar eski, blogger değişmiş, değişiklik yaparsam bu formu kaybetmekten korkuyorum bu beni soğutabilir iyice:/ ama neler eksik ne olsa iyi olur ya da olmazsa olmaz önerilerinizi bekliyorum. Özellikle kimi facebook yorum, kimi google+ yorum eklentisi kullanıyor ama ben bloggerı seviyorum hepsini kullanamazmıyım askdflglh
  1. Smiley eklenmiyor mu hala burda postlara eskiden bir yolu vardı?
  2. Tema değşince sağ taraftaki zamazingoları koruyabilir miyim gerçekten bazıları html çünkü.
  3. Font değiştirmeyle ilgili bi kedicim vardı mail atmıştı bana hala o kurallar geçerli mi?
  4. Bloğum ağır açılsın istemiyorum sadece işe yarar, göze hoş görünen eklentiler neler yuvarlak yorum şeyleri var gördüm nasıl oluyo da oluyo!?
  5. Profilimi google+ ya bağlamak zorunda mıyım, e benim gmailim bloğuma özel ama ya öyle olmasaydı? Ben tıklayınca yoruma blogunuza gitmek istiyorum google+ ya gidiyo bunu sevmedim :(
Bu anlattığım biçimde yazıp aratıyorum da sanmayın yalnız:p
Şimdi geldik benim 10 yıllık çekilmez yanlarımaa:
Yorum alanlarınızda hala robot olmadığınızı gösterinler varsa yorum yazmaya üşenirim.
Haddini aşan canımı sıkan yorumları yayınlamam cevap istiyorsanız mail bırakmalısınız.
Ziyaret ettiğim blogda girer girmez sağdan soldan sosyal ikonlar ve reklamlar elime dolaşıyosa anında çıkıyorum .Sayfa zor açılıyo zaten.
Ve hala girdiğim an müzik çalan blog kalmışsa ordan da yangından kaçarcasına kaçıyorum.
Çekilişlere hala katılmıyorum, almiyim teşekkür ederim.
Çekiliş yapmam ama hediye etmek istediğim değerli bir şey olursa bir gün, bunu yalnızca o posta yorum bırakan,istediğini söyleyen birine veririm çekilişle hepsi bu, binbir takla istenmesini ve takip edilmek için kullanılmasını hoş bulmuyorum üzerine sayfanda paylaş nedir -.- zaten herkes uyanmış çekiliş için ayrı bloğu var oh olsun ahah;)
Çekiliş ve moda bloglarını takip etmiyorum, özellikle yoruma gelip çekiliş var ya da beni takibe al
türü yaklaşımları samimi bulmuyorum, yapmayın lütfen. Ne yazdığımı bile okumadan konuya dair tek yaklaşımız olmadan (ki bazen çok ciddi güncel olaylara dair postlarıma da rast geldi bu)  duyarsızca kopyala yapıştır mesajınızı bırakıp terkettiğiniz blogumu takibe almanız bir anlam ifade etmiyor benim için, bilirim bir daha uğramayacağınızı, bu yüzden takipçi sayısı da bana hiçbirşey ifade etmiyor bilen bilir.
Zaten yorum yazan tüm arkadaşları iade-i ziyaret yapıyorum seve seve, merakla, ama beni izlemeyen ya da hiç tanımadığım bir bloggera yorum yaparken böyle bir beklentim olup bana da beklerim tatlım demedim bunca yıldır:)

İlk yazmaya başladığı günden beri istikrarla bir yol çizen ve aynı hevesle tarzını hiç bozmadan devam eden arkadaşlar gördüğüm gibi, tamamen değişip yoldan çıkan :p "aman canım nolacak" modunda samimiyetini takipçi sayısı veya ufak menfaatler uğruna günbegün kaybedenler de gördük topluca.
Ama hiçbirine takılıp sinirlenmeyeceğim burda da stres yapacak bişey bulmak istemiyorum artık,
 ama naparsın ruhum isyankar demek:p

Arya gitmiş, Lolla blogunu unutmuş, Kuulumsu kul olmuş aşık olunca :)) Mia'm dalmış gitmiş,
La Fanino yazmasa da en sıkı takipçim canımm:*
Ayçamı döndürüyorum yalnız bırakamaz umarım beni:'o olmazsa olmazım her yerde!
Ama bu arada döner dönmez ilk işim Deeptone ve Muzurellaya gitmek oluyo her daim, sayelerinde  yeni bloglar keşfetmeye başladım bu çok hoşuma gitti, artık blog tutmak tumblr ve ingt. tembelliği sonucu kangren olmuş durumda asla aynı havaya sahip olmadıkları halde ve bu delice takipçi hevesi.
İnanın nitelik önemlidir arkadaşlar ,nicelik değil bi tıkla üye olup bir daha uğramadıklarını biliyosunuz, aslolan hep aynı kopmayan muhabbettir bizim gibi:)
Ekleme:  An itibarıyla tüm izlediğim blogları tek tek ziyaret ettim, hepsine yorum yazmadım tabii ki:p ama bir çoğu yazmayı bırakmış, bazıları tümden kapatmış takibi bıraktım:( 

13 Nisan 2015 Pazartesi

Nee böcük mü dönmüş!! mim'i:p

Şimdiii,  Ms.Grumpy beni mimlemişti ve söz verdiğim halde bir türlü dönüp yapamadığım güzel bir mim vardı, ısınma turu için çok uygun bence mimler ama soruları ilk kimin yaptığını bilmek isterdim doğrusu.Eleştirirken ucu birine dokunsun istemiyorum.
Mim uydurucularından bir ricam olacak çünkü; lütfen bir bütünlüğü yaratacak biçimde olsun soru dizininiz mesela alışveriş-makyaj -bakım vs  içinse sorular yalnızca bu konuda, diziler ve filmlerse yalnızca buna dair, kişiselse sadece buna özel olmalı diye düşünüyorum, daha az soru, daha kısa sürede cevaplanır ve okuması da daha kolay +zevkli olur görselleriyle birlikte hazırlanması da.
Hatta biz tek konusu olan soru cevap olmayanları daha çok severdik Ayçamla,bir başlığı olurdu konuya özel hem,"özledim sen de yazsana! demek için de doğru zaman şu an:))"
Bu da benim fikrim, her mimi cevaplamıyorum o yüzden özür dileyerek belirtmiştim daha önce:)


Blog açma hikayeniz nedir?
Bunu uzun uzun anlattığım kapsamlı bir röportajım vardı sizi direk ona yönlendireyim:)
Ama bu benim ilk blogum değil öncesinde heba edilmiş ya da dışa kapanmış çok bloğum var. Kendimi deşifre ettiğim ve fotoğraflarımla daha günlük tarzı yazdığım dahil.

Blog isminiz nereden geliyor? Neden bu isim? 
İpekböceği benim bir nevi mahlasım, bana takılan bir sevgi sözcüğü, çok alışkınım ve seviyorum da.
Bir diğer benim için özel olma sebebiyse şehrimle olan sembolik bağlantısı.
İpekböceği ismini seçme sebeplerim aslında birden fazla,ben değil o ben seçti diyebilirim:) ve kimdir e cevap aslında her biri.. biri blogumun sidebarında duran bir söz: 
Diğeri için şu yazımın tümünü okumanız gerek ama şu dizeler özetliyor en güzel biçimde: 
*Bak, ipekböceği kozadan çıkarken alın teriyle ördüğü ipeği yırtıp parçalar. Bu yüzden çiftçiler ya ipeği seçerler, ya ipekböceğini.. İkisini birden koruyamazlar. Çoğu zaman ipeği kurtarmak için ipekböceğinin canını alırlar. Bir tek ipek mendil için bilir misin yüz ipekböceği can verir?
*Kendi sevgisiyle kendini değiştirerek bir ipekböceğine* dönüşen kadını böyle zamanlarda en ağır yaralayan darbe ise sanırım sevilen erkeğin aldırmaz kibri oluyordu...demişim röportajımda da:)
Hangi mevsimi seversiniz? Bu mevsim size neyi çağrıştırıyor?
Sonbahar ve bahar kadınıyım ben, sevmem sıcak havaları kuruyup ölürüm.
Ruhum yorulur nefes alamam. Aniden yağan yağmur kadar beni hiçbirşey mutlu edemez.


Kırmızı ruj mu? Eyeliner mı?
İkisinin birbirni tamamladığını düşünüyorum aslında ,ikisi de günlük makyaja ait değiller bana göre ve eyeliner daha çok kullanıyor olsam da kırmızı rujun asil havası vazgeçilmez görseldeki gibi.
(asla günlük ve açık tonları değil yalnız)

Blog yazmak sana ne kazandırdı?
Bir şey kazanmak, çevre edinmek, para kazanmak gibi ticari amaçlarım ya da
şöhret merakım olmadı alttan alttan, olsa anonim yazmazdım,
Bu yalnızca beni deşarj eden, rahatlatan bişey ve aslında tek ihtiyacımız olan şeyi,
dinlenilmeyi sağlıyor bize, en azından öyle hissettiriyor blogger arkadaşlarım,
kimse okumasa ben okurum zaten içimi döküyorum, tabii benim için böyle.

Kitap okumak mı? Bir şeyler yazmak mı?
Kitap okumak ve bişeyler yazmak çok ayrı benim için roman yazmayı anlamıyorum çünkü,
her konuda yazabilirsiniz, isyan, mutluluk, hüzün...yazmak sizi dışa açar.
Okumaksa sizi içine alır, ı hı ikisi çok ayrı bende:)

Şiir mi? Roman mı? Hikaye mi?
Ayrımcılığa karşıyım her konuda olduğu gibi. Hepsi.

En çok etkilendiğin film?
Yeşil Yol, Prensesin Uykusu, Gölgesizler,Hachiko, Into the Wild,
Yerdeki Yıldızlar ilk aklıma gelenler oldu şu an için..

                                                               Hangi tür kitap, film?
Yukarıda cevap vermiştim. Herşeyi okumam izlemem tabii ki o ayrı konu.
Bu soru iki tane gibi kaldıriym mi bunu he noluurr:p

Öğrenci olmak mı? İş hayatımı?
Öğrenciliğin zevki keyfi başkaydı ama genelde stres ve gelecek korkusu sebebiyle hayattan çok zevk alamayabilirsiniz zaman zaman, yaş itibarıyla da daha olgun,
olanaklarınız ve çevreniz de daha farklı olur, 
o yüzden iş hayatı :)

Kitap okumak mı? Film izlemek mi?
Kitap okumak. Hayal gücünüz onu filme çevirecektir zaten.
Film izlemekte ayrı bir zevk kıyaslamak çok doğru gelmedi bana kitaptan çevirme filmler harici.
Onlara da kesinlikle karşı olduğumu anlatmıştım daha önce:)

Klasik giyinmek mi? Spor giyinmek mi?
İşe giderken klasik, normalde spor-şık tercih ediyorum.

Almaktan asla vazgeçemeyeceğin şey ne?
Parfüm, çanta, kahve ve çikolatalı bişeyler :p
Bir de bardak ve fincan, mug kolleksiyonlarım var.

En sevdiğin yemek nedir?
Izgara köfte, balık ve zeytinyağlı yemekleri daha çok severim.
İçimde bi Adanalı yaşıyor bir de İzmirli:p
Meze ve salataları da. Tamam acıktım-.-


En sevdiğin dizi?
Bu konulara hiç girmeyelim:p Tv de dizi izlemeyi sevmem ama iki dizi var adını yazıp imajımı zedelemek istemem ahaha:) İnternetten hepimizin izledikleri işte, bağımlı değilim dizilere.
Film izlemeyi tercih ederim.

Özel bir yeteneğin olsa bunun ne olmasını isterdin?
*Şifa verme gücü,kanserden ve diğer hastalıklardan sevdiklerini kaybetmiş birinin bunu istemesini anlayabilirsiniz değil mi?
*Rüyalarımı hatırlamak ve ben de birinin rüyasına girmek ve beni görürken onu izlemek isterdim.
*Bir de bana söylenen gerçek mi yalan mı ne kastediliyor hemen anlayabilmek.

Hasta olmanın en kötü yanı nedir?
Çok sağlıklı biri olduğum söylenemez daha doğrusu yaşadığım an,en ufak bir stres ya da kırgınlık  bile benim direk sağlığıma yansır ,o yüzden iyi yanı yok bana göre.

Alınacaklar listen var mı? İlk beşi nedir?
  1. Yeni bir dizüstü.
  2. Bahar geliyor yeni elbiseler almak gerek ve hırkalar (olmazsa olmazım)
  3. Birkaç kitap var listemde.
  4. Mp3 
  5. Kalem ve bardak çanak alırım yine ben listede olmasa da:D

11 Nisan 2015 Cumartesi

Müebbet!

Ciddi anlamda hassas noktanıza rast gelen durumlar, "an" lar var..yakalandığı anı dondurmak istersiniz ama ı ıh, uçar gider, ardından bakakalırsınız, umursamaz gibi yapar ya da korumak ister direnirsiniz ama..amaa..
Ama bir sesi varsa, siz istediğiniz zaman sizi o "an" a götürüp kilitler,ya da beklemediğiniz zaman kulaklarınıza çalınıp içinizi titretmeye devam eder.
Sizi alır öyle bir savurur ki,süresiz kalırsınız o savrulup gittiğiniz yerde.  Mesela mı?
Başka örneklerim de var heybemde..zaman zaman paylaşıp çoğu zaman içimde sakladığım..

Zamanla bozulur dedim ya,misal  sakladığın şey üzümse ve uygun şartlardaysa durdukça tatlanır değerlenir, şarap olur, doyamazsın, zamanından önce mahsenden çıkartmaya kalkarsan sirke olur ve keskin sirke küpüne zarar verir:p En sevdiğim dizelerin dediği gibi;
Alınınca yemeye kıyamadığım elma şekerlerimi,kurtlanıncaya kadar sakladığımda öğrendim;değer vermek saklamak değildi ve “zaman” herşeye iyi gelmezdi
Bunu devamını ne zaman "yapacağım !" desem yapamadım ve bana iyilik getirmedi o yüzden devamı yok bu defa:)

Zaten konumuz da başka, konumuz şarkılar, ve en önemlisi sesler, ne zaman nerde hangi durumda dinliyorsanız ona göre etki eden bazı şarkıları başkasına emanet etmek istemediğiniz sesler vardır, gözlerinizi kapattığınız an sonsuza kadar dinleyebilirsiniz başka bir boyuta geçmiş gibi, eskimez bozulmazlar, Hüsnü Arkan mesela biri.
 Bu listeyi uzatabilirim ben ama her biri için ayrı blog yazılası değerdeler..Cem Adrian, Sezen Aksu, Feridun Düzağaç gibi kendi sözleri ve melodileri olanları kastediyorum. Onlar size ulaştığı an artık sizin...
Söyleyemediklerinizi söyler, bam telinize basar ve en önemlisi kimsenin yapamadığını yapar, sizi anlar? "Ben yazmışım gibi" dersiniz:)
Hüsnü Arkan eli değmiş, kalemi değmiş bir şarkı dinledim, keşke o söyleseydi ama yine de ne düşünüyor,kimi düşünüyor olursanız olun, işte tam aynı yeri sızlatıp sizi sabaha kadar
içirebilir, ister şarap, ister rakı :)

Gönül yalan bilmiyor, her söze inanıyor
Bir hayalin peşinde düştü sürükleniyor
Aşkın mevsimi yok çık gel, dün ne olduysa unut gel
Leyla hep aynı leyla
Mecnun aynı mecnun gel
 Unutmak bilmiyor, yalan olmak bilmiyor
Vazgeçmek bilmiyor
Düştü sürükleniyor..hayret bu gönül
Lanet bu gönül,
Müebbet bu gönül bilmiyor...

(zaten benim meşhur youtube listemde yerini adı bile;))

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...