23 Ekim 2016 Pazar

Anlamazdın...

Kime neyi anlatmaya gerek var ki şu an?
Dikkatsizce hunharca savrulan kelimeler bu kadar ortadayken kime neyi anlatmaya gerek var satırlarda?
Anlatsam anlayacakmıydın? Anlamazdın..
Adeta bir film sahnesinin hiç karşılaşmamış gibi duran kahramanlarıyız, ne rolümüz belli ne repliğimiz. Doğaçlama oynadık hep bu yüzden tekrarı çekilemedi hatalı repliklerin.
Adımlayabildiğimiz kadar yakınız ve savrulduğumuz kadar uzak..yalnızca kendimizi ifade edebildiğimiz kadar kelimelerimiz, çok zaman yetersiz ve eksik.
Bu yüzden değil mi denemişi deneme gözükaralığı ve "belki öyle değildir ha" umudu? Her şey yalnızlıktan, yerine birini koyamamaktan değil. Ama değmeyeceğini defalarca gördüğün birine böyle vazgeçilmez hissettirdiğin için nefret ettin her defa kendinden. O kendini kandırmak var ya hiçkimse yapamaz bu kötülüğü aslında insana. Kabul et, herkes ikinci şansı haketmez. Aynı suda iki kere yıkanılmaz.                  
İzin veren kendinsin kandırılmaya, tek suçlu doğru yerde ve sözlerinin arkasında duramaman dağ gibi. Hür ve dimdik. Bir rüzgarla savruluyorsun kum gibi.
Perde yine kapandı değil mi? Ama o son ne kadar çekersen çek asla değişmez, kaybettiğin  zamana acısa da bir yanın diğer yanın müsterih olur en azından denedim diye *belki de bir tesellidir bu yalnızca*. Bile göre lades. Yediremezsin. Bilirim, bunu en çok ben anlarım...
Çok uyarılmıştın değil mi? çok yeminler ettin, bunu hatırlatanlara sırtını döndün, bu yüzden kimleri neleri kaybettin? neleri kaçırdın ya da kullandın? can yaktın mı yok yere eften püften bahanelere sığınıp? değdi mi? hayır. Senin iyiliğini düşünüp önerince yapmadığını sözüme gelip gönüllü yapınca doğruyu mu bulmuş oluyosun, söz dinleyince ezik mi olacaktın?
Bu yüzden gözden düştün, alay edildin, yanında olanları ardında bıraktın sırf o çıkmaz sokağa yeniden girebilmek için, çok yüzüne vuruldu tükürdüğünü yalaman,e haliyle? İstediğini söyleyen istemediğini işitirdi çünkü. Olsun. Denemeden bilemezdim de geç şimdi, ektiğini biçmek ya da bedel ödemek ne dersen de, ama önüne bak bu defa. Yol sanki orda bitmiş de çıkar yolun kalmamış gibi davranma aptallaşma:) Yol ayrımındadır asıl sır bazen.Sadece başladığından da daha yalnızsın şimdi.

Sahne kapandığında olabildiğince bir suskunluk perdesi inerken dudaklarımıza, diğer sahneye geçer geçmez pervasızca dökülüyor kelimeler günahlarımızla. Hangimizin daha çok günahı var bilemedim şimdi, hangimiz daha masum ya da hangimiz daha günahkar? Bu günah çıkartma kıyaslama her iki taraftan aynı mı görünür sahi? İtiraflar ne kadar zor ve ağır değil mi?
Ha, bu arada hangimiz diye birşey var mıydı? Biz dediğimiz Sen! lere düştüğünden beri 'evet' vardı. Yoksa tüm hayallerimiz, amaçlarımız, umutlarımız ve suçlarımız ortaktı, işlediğimiz her suçun arkasında durabilecek kadar sağlamdı yüreğimiz...BİZ'iken.
Şimdi madem bir film karesinin son sahnesinde son perdenin iplerini çekiyoruz ellerimizle..
ayrı karakterlerimizle; gel son bir defa ama son bir defa BİZ olalım...
En sevdiğim filmin bir repliğinde olduğu gibi, figürana düştüğümüz için terk ettiğimiz bu filmden sonra, dilerim ki hep meraklı olduğun gibi bu defa da başrol senin olsun ,
ben "karakter" oyuncusu olarak kalmayı tercih ederim:') 
çünkü film bitse de, yıllar geçse de, onlar hep aklında ve yüreğinde kalır..

“Her tesadüf bir başlangıçtır; finali sen oynarsın, 
perdeyi kader kapatır...”
Koskoca postun anlatamadığını candan anlatmış..

20 Ekim 2016 Perşembe

Bana ait ne varsa hiçbir iz bırakmadan çekip gitmek istiyorum sessizce..
Başka hiçbir şey değil.

16 Ekim 2016 Pazar

Haddimden Bildiriyorum

Beni anlattığını düşündüğüm yazılar gördüm, şiir ve alıntılar gördüm, okudum ağladım,
yazdım sakladım, benimsedim, yardım aldım beni anlatması için ama benimmiş gibi yapmadım.
O cümleleri kuramamış olduğum için şaşırdım, kızdım ama ben yazsam herkes ulaşamazdı ki zaten?
Ama yazarı belli olmayan ve her kaynakta ayrı yazar adı, veya anonim diye sahiplenilmiş gördüğüm şeyler üzüyor beni, kaynağını bildiğim herşeyi mutlaka belirtirim olmadı alıntı derim. Çünkü tamamı benim anlatmak istediğimi ifade edemez zaten. Benim cümlelerim de sizi edemez.
Mesela bu yazı benim cümlelerdimden oluşuyor işte beceriksiz, düşük cümlelerim ve öncelikli yüklemlerim beni tanıyan hemen anlar o derece:) Mesela iki ayrı olay iki ayrı konuyu tek blog olarak yazıcam yine, bu da bana ait bi saçmalık . Ama bana ait..ben.
Ama başlık, bana ait bir dizilim değil..bir kitap adı. Ve sırf bu başlık ve tanıtım yazısı yüzünden alacağım bunu:
Önsözü hiç yazılmamış ikinci el kitapların paragraflarından geldim. 
Kusuruma bakma çok el değdi, çok okundum, çok yorgunum. 
Hüzün sofralarının en aç karnıydım, bir türlü doyamadım. 
Yine de öpeceksen hüznümden öp beni. 
Bir pencere gökyüzü sür yüzüme, 
kuş kanatlarında sağanak yağmur sakla,gülüşünle ov sızılarımı... 
Sana görülmemiş rüyalar adadım... 

Bir nedenden hassasiyetim olan bir kelimedir "had" ve çok sık kullandırtır bana hayat.
Dün akşam sıkıntısı olduğunu farkettim sevdiğim birinin, konuşmaya başladık o da benim için aynı şeyi düşünmüş hatta sende bişey var derecesinde iddalı, olmadığını söyledim güldüm ama geçemedim, izah ettim inanmadı, sizin düşünmeden yaptığınız minik alemeti farikalar başkası için büyük anlamlar içerebiliyor anladım ki. Bende de bu oluyor ama neredeyse sert çıkarak birini bişey paylaşmaya zorlayamam ki belki içini dökmek belki içinde saklamak istiyordur, belki kendini hatalı gördüğü bir konudur zaten korkuyordur tepkimden, belki de gerçekten bişey yoktur duygu durum değişikliği yaşıyordur, yanında olduğumu bilsin isterim yalnızca, dilediğinde yargılamadan sessizce dinleyip sonra dilsiz olacağımı..haddim budur bana göre..
Kimseden çekinecek bişeyim yok ama verecek hesabım da yok, bu hakkı verdiğim insanlardan geri aldığım an bir daha vermem, ben kendimi sürekli açıklama yaparken öyle değil böyle derken buluyorum ve bu beni yoruyor, haddine mi demek istemiyorum,o hakkı biz vermişiz diye ama ben kendime haddime mi dedikçe ya da anlattığım biçimde düşündükçe bir bakıyorum kimsede bu yok? benim söylemem gerekenler bana sarf ediliyor çatır çatır e asıl o zaman birbirimizi anlamamız gerekmiyor mu?

Sahip çıkılması gereken şeylerin başında ot ocak mal mülk değil, kendine verilen sözler, insani değerler, edilen yeminler, ardına sığınılmış bahaneleri aslının o olmadığını bile bile yutmamak, salak yerine konmayı hazmetmemek, yemediği nane kalmayıp gidecek yer bitince ,sırf yalnız kalınca aynı kapıya dönüp aynı muameleyi göreceğini sanmamak hatta görürse bunun hayra alamet olmadığını bilecek kadar aydınlanmış olmak yani yememek:p

Haysiyet, onur, sözünün eri olmak, dediği yaptığı tezat olmamak, bahanelere sığınmamak
gibi değerlerin olduğunu unutmasa keşke insanlar değil mi:)
Yoksa benim gibi unutmayanlar ve esas alanlar zbam diye o yüzsüz yüzlerine vuruverir tokat gibi.
Demem o ki, madem debelendiğiniz yerde memnunsunuz sesiniz çıkmasın, size bişey dediğimiz de (ben ve benim gibi özü sözü bir dobra insanlar yani) abuk sabuk atarlanacağınıza dürüst olun, yalansız olun, attıklarınızı hatırlamakta zorlanmayın sonra, vee boyunuzdan büyük konuşmayın, sonra bi tarafınıza kaçmasın.

Bir KUŞ masalında dediği gibi: 
Bir kuş soğuk bir kış gününde yiyecek bulabilmek için kanat çırpıp duruyormuş. 
Hava o kadar ayazmış ki minik kuş dayanamayıp karların üzerine düşmüş. 
Kuş çaresiz, soğuk karın üstünde ölümü beklerken 
oradan geçen bir inek kuşun üstüne sıçmış. 
Kuş öyle bir sinirlenmiş ki, kanatları donmamış olsa, 
kalkıp ineği dövecek. 
Bir de bakmış ki bokun sıcaklığı ile kanatları çözülmüş, 
yaşama geri dönmüş. 
Öyle bir sevinçle ötüyormuş ki, oradan geçen bir kedi de bunun sesini duymuş ve boku eşeleyip kuşu çıkarmış. 
Kuş buna çok sevinmiş, tam kediye teşekkür edecekmiş ki, 
kedi onu yemiş... 
Şimdi; (Hikâyeden alınacak dersler) 
1- Her üstüne sıçanı düşman sanma, 
2- Seni her boktan çıkaranı dostun sanma, 
3- En önemlisi: 
BOKUN İÇİNDE MUTLUYSAN SESİNİ ÇIKARMA... 

Belki de layık olduğun odur.
Bunu yazıp duvarınıza asın lütfen ;) İyi geceler:**

4 Ekim 2016 Salı

Farzet ki..


Farzet ki, yazdıklarımı anlayabildin. 
 Ya anlayamadıkların? 
 Ya yazıp da sildiklerim? 
 Ya yazamadıklarım? 

   
Rumi

2 Ekim 2016 Pazar

La Chanson..

Ve bir kez daha söyledi;
Sözlerim dudaklarımdan çıksa da kalbimin yankılarıdır...
Beni konuşturan gözlerin ve sevgindir.
Sonra ağır ağır kadehini kaldırıp içmeye devam etti.
Gözleri kraliçesinde ve elleri kılıcının kabzasındaydı...
Sonra biraz yorgun ama hala mağrur ,mırıldandı...
Bu böyle biline..

Ve zamanında kifayetsiz ilişkilerinin  ardından sarf ettiği sözleri anımsadı;
Benden sonra kendini kucaktan kucağa atanları ya ben çok sıkmışım, ya özlerine döndüler, ya da onca insanın toplamının bir "ben" etmediğini gösterdiler bana..
Gün olup kendisinin bir lanet gibi bunu yaşayacağını ve göstereceğini, bilemezdi.. İçeride yeni bir çıplak beden beklerken onu, ruhsuz ve sevgisiz, tıpkı kendisi gibi;
Onun gözleri bambaşka yerlerdeydi..
Ağır ağır kadehini önündeki fotoğraftaki o simsiyah gözlere bakarak havaya kaldırıp ,mırıldanır fısıldarcasına,öfkeli,küskün,kırgın ama hala inkarda:
Je me suis perdu dans tes yeux...
Nasılsa onu duymuyordu artık...
Kaybedildiğini tekrar etse de teselli için,aslında bilirdi kaybedenin kim olduğunu...ve minicik bir esinti onun kokusunu getirdiğinde olanları..
Doğruldu yavaş yavaş yeni "mutlu" maskesini alıp masanın üzerinden,
sesini kesti içini kanırtan o şarkının son yudumunu kafasına dikip buzu çoktan erimiş viskisinin..

Mon doux, mon tendre, mon merveilleux amour...

Ve mırıldandı anlamsızca, sızladı herkesten gizlediği göğsündeki yarası,
mırıldandı anlaşılmaz bi hırıltıyla, yüzü asık..:
-Bu böyle biline.. 
Alıntı değildir. 2013 Ekim.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...