26 Mart 2016 Cumartesi

Sanrılar..

İçim dolu dolu, ağzımı açtığım an havaya karışan sözcükler, çığlıklarsa bana ait değil,
elime kağıt kalem alıyorum bu defa, yazdıklarım bir başkasının sanki..
Birkaç mektubum var bitmiş, söz verildiği halde hala yerine ulaşamamış. Bişeyler eklemek istiyorum, yapamıyorum, okumuyorum eksiltmemek için yeniden bir de.
Boğuluyorum. İçini dökmek dedikleri koskoca bir yalan.
İçinde kalsa seni öldürüyor, ama çıkamıyor, kulaç atmaktan yorulup yuttuğun tuzlu sular,
ve kusamıyorsun.
Hep içimde bir umut, her şey bir gün güzel olacak, öyle değildir, duydukların da senin gibi istemeyerektir, gördüklerin göründüğü gibi değildir, kendimi mi kandırıyorum?
Bunu bile bilmiyorum, ben hep görmek istediğimi gördüğüme inandım hayatım boyunca.
Benden zarar gelmez deriz ya, ben tam manasıyla o insanlardanım malesef,
İşte ben bu yüzden bana zarar da vermezler zannettim. En kötü yaralarımı göstermekten kaçınmadım kabukları kaldırılıp oluk oluk kan akana kadar...acıdı! dedim, sonra sustum,içime attım.
Neyse herkes gibiyim yani biraz, hiçbir duygu kişiye özel değil, sadece sevmek kişiye özel.
Öfke, nefret, intikam gibi, ama bunlar insani de değil. Elde de değil bazen, irade ve kişilik işi.
Anlatmaya çalıştıkça dilim dolaşmasın, sadede geleyim .
Bir kitap okumuştum yıllar önce, bugün kafamda oradan satırlar yankılandı adeta bana birisi okumuş gibi. Yazlıktaydık ve 2 günde bir kitap satın alıp okurken bir anda gözüme ilişmişti,
daha bir gün önce sanırım radyoda şiirini dinlemiş derin düşüncelere dalmıştım. Videosu burada.

Neden bilmem çok severim bu hassas güzel kadını. Çok gerçek çok samimi buluyorum,
annem de çok severdi ve videodaki şiirini ona ben okumuştum, okurken ikimiz de ağlamıştık.
Gitgide anneye benzemek, anne bahtının kıza olması diye bir gerçek var beni korkutan..
Bir yerlere sığdiramiyorum yüreğimi Bazen dalip giderdin mutfakta yemek yaparken, tahta kasikla tencerenin başında öylece Ne düşünürdün acaba? Özlemek cok fena anne, anlamak seni daha da fena... 
Konuyu dağıtmayayım, kitabının ismi Bitmiş Aşklar Emanetçisi, muhteşem satırlar var içinde:
Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik. Büyük bir göl
Pufur pufur bir bulut...
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?

 ismini duyunca ne hissetmiştim anımsamıyorum ama çok etkilemişti beni. Yıllar yıllar oldu alalı.
Şimdiyse her birimizin böyle olduğunu hissediyorum, biten bir aşktan size gelenler ve veda ettikleriniz..sanki hep eğreti, hep emanet. Oysa hep sizinle kalsınlar isterdiniz değil mi?
Ve şah damarı bir şiir vardı Afşar Timuçin'e ait. Sanki ben yazmışım! dedirten ,yazıldıktan sonra bize ait olanlardan, öyle ben..Acaba , benim kadar.... ?

Şimdi belki sende benim gibi ölesiye yalnızsındır
Uçan kuşları gözlemektesindir tek başına...
Çamların yeşiline dalmış gitmiştir gözlerin
Radyo dinliyorsundur ya da susarak
Bir kitap okumaya çalışıyorsundur kimbilir
Belkide anılarını deşiyorsundur ,bir olmazı
Bir açmazı derinden derine kurcalar gibi..
Bir kahve içmeyi, bir elma yemeği kurarak ,
Saatine bakıyor olabilirsin uykulıu gözlerle
Çocukların oyununa dalmış gitmiş olabilirsin
Maphus gibi, tutsak gibi, belki kök gibi,
Yarını olmamak gibi bir duygu içindesindir.
Belkide kendini bağışlayamıyorsundur
Benim hiç bilmediğim bir şeylerden ötürü...
Kırık trenler gibi öylece kalakalmışsındır...
Kalkıp gidip çekirdek almayı düşünüyorsundur.
Ya da uyumak istiyorsundur her şeyi unutmak için.
Belki sende,
 benim gibi 
ölesiye yalnızsındır...

15 Mart 2016 Salı

Ben Karşının Ölüsüyüm...?

Her yerde bombalar patlıyor, en güvenilir şehir dediğim, sık sık gidip kısa dönemlerde de orda yaşadığım canım Ankara.. Hep çok sevdim, hep özel ve huzurlu buldum bu soğuk sisli şehri.
Ve orada çok sevdiğim insanlar yaşıyor, canımın bir parçası da dahil.
Kuzenim İstanbul Üniversitesini yazdığında aman orda olaylar çok olur yazsana Hacettepeyi dedim.
Daha geçen patlamanın yaraları sarılmadan, ki zaten sarılamaz giden bir eşya, bir ev değil yerine gelmecek bişeyler, can, umutlar, gençlik, birinin babası berikinin kardeşi, tırnaklarıyla kazıyarak umutlarını bağlayan bir annenin yavrusu, oğlunu koklayarak içine çeken bir babanın oğlu, nasıl unutulur ki? İçim parçalanıyor aklıma geldikçe :(







Benim asıl anlamadığım ne olursa olsun ertesi gün hayatına devam edebilenler, 
hiçbirşeye saygısı olmayan, aymaz, duyarsız insanlar yığını, hala goygoy peşinde, diğer yanda da kışkırtıcılar yangına körükle gidenler, halkı iyice ayrıştırma derdinde olanlar. 

Twitter yıkılıyor, tt ler, herkes bi ahkam kesti, bugün baktım adeta yazmazlarsa ölecekler, herşey yolunda, Survivor izleyenlerin (izlemediğini iddia edip yerenlerin) ta kendileri, o derece uyuşmuş bir kafa yığını. Bitsin, yeter, neden, ölüme ölüm kana kan demekle bitmiyor aynı plağın tekrarı gibi. Kesin çözüm nedir, kimler ne yapmalıdır ve neden yapılmıyor susmamalısınız?
Teröre nerdeyse yandaş çıkanlar bir yana da , hangi vicdan bu ayrıştırmayı gerçekten durdurup aynı renge boyayacak gökyüzümüzü? Bunu görmeye ömrümüz yetecek mi? Asıl derdimiz bu olmalı.

Hep dillerde barış, sadece dilde.
Kendi içimizde bile değil, iki pkk lının sokakta taranmasını göğsü kabararak paylaşanlar, barışçıl mı bu? Bu iç savaş bitmeyen ülkede kaç kurban verip sadece ciğeri yanan haykıran kişileri cımbızlayıp dava açacağız?
Bu ağlamadan konuşamayan ve her kelimesini içinden söylediğiniz sözcükler için birini bulup kafasını ezmek bitirecek mi akan kanı?  Ya siz sınav stresinden yeni çıkmış kardeşinizin az evvel fotoğrafını like lamışken , akşama nereleri tutar kaç puan alır hesaplayacakken yerde kana bulanmış bulsaydınız bu adamdan az mı haykıracaktınız acaba ? Şehit aileleri de "vatan sağolsun" harici bişey dedikleri an içinde bulundukları yangın yoksayılıp susturulmuyorlar mı?

Gücü gücü yetene ama Güç Terbiye Edilmediği Sürece Dünya için Umut Yoktur. demiş Russell
Bir yandan her iki taraftan da kan akmasın, barış olsun, hepsi can diyen bizler, diğer yandan Newrozun ayak sesi diye başlık atar bayram yaparken vicdansızlar,  neresi tutsa elimizde kalan tek şey: 

İnsanlık!



Bir şiire rastladım bugün..Leyla Alp yazmış. Kürt asıllı sendikacı bir kadın yazar.
tüm ayrımları içeren bi çığlık:

13 Mart 2016 Pazar

Affetmek Özgürlüktür!

Kendimi sorguladığım, kendimle yüzleştiğim günlerdeyim. 
Hepimizin zaman zaman olduğu gibi.Olması gereken gibi.
Bugün, en hasta en tatsız günlerimden biri yine. Hastaneye gittiğimde şükür ve korku sebebi oluyo bana nedense. Zamanımın daraldığını hissediyorum, bana kimse kırgın kalmasın, yanlış anlaşılmalar kırgınlıklar varsa insanca düzelteyim istiyorum. Düşmanca davranışlara dayanamıyorum .
Bir nevi veda. Bazı şeyler benimle gitsin istemiyorum. Yarın var mıyız ki?
Olmuyor, kalbimden geçenler ve dilim başka şey söylermiş gibi karşılık alıyorum, yüzüp yüzüp kıyıya çıkamamak, boğulmak, dibe batmak gibi kendini ifade edememek..
Sadece karşındakinin egosunu tatmin etmeye, dilediğini anlamaya yaramışsa pişman oluyorsun bir de gösterdiğin insanca çabaya.
Kalbimde asla affedemeyeceklerim var. Ne ben onların ne de onlar benim umurumda olacak bir süre sonra, ta ki kapağı kapatılmamış anılar arada bir yerlerinden fırlayana kadar.
Ama bu gece buna rast geldim yattığım yerde üstelik..
Okuduğuma saygısızlık gibi geldi. Ya da ben mi yazmıştım acaba bunu da unutmuştum?
DOĞRULUP BİR KAHVE YAPTIM ZORLA BİR İLAÇ ALDIM VE YİNE OKUDUM..
Okuduğum en güzel yazılardan biri , mutlaka sindirerek okuyun istiyorum.
Dün gece yine uyku yoktu.
Bir o oda , bir bu oda , bir bilgisayar, bir televizyon, iki sayfa şundan bundan derken yine kemiklerimden şikayetler başladı.
Gözlerim zaten küfür kıyamet .
Saç diplerim bile “git zıbar” diyor ama gel de aklıma anlat bunları.
Yatağa uzanır uzanmaz aynı film yine, yeniden başlıyor.
Bari gözlerimle barış yapayım diye banyoya gittim.
Yüzümü yıkadım.
Solum hala kapalı ama azıcık açılan sağ gözümün ucuna “o” ilişti.
Lavabonun içinde küçük, minik bir örümcek tırmanmaya çalışıp duruyordu.
Şaşkındım çünkü bu resmen Aziz Nesin’in “sekiz ayaklı Sisiphus”uydu.
Yıllar sonra onunla karşılaşmanın verdiği telaşla banyoda bir tur atmışım.
Çocukluğumun en trajik hikaye kahramanlarından biri tozlu sarı sayfalardan fışkırıp banyoma düşmüş gibiydi.
Sanki oturma odasında Küçük Prens ya da salonda Fedor amcayla karşılaşmış gibiydim.
Çocuklar için yazılmamıştır ama Sekiz ayaklı Sisiphus, Aziz Nesin’in Potin Bağı hikayesi, Bizim Köyü Deliler Baladı, Namus Gazı gibi muhteşem hikayelerinden biridir.
Küvete düşmüş bir örümceğin imkansız öyküsünü anlatır.Örümcek onca tırmanma yeteneğine rağmen küvetin kaygan ,düz zeminine tutunamaz ve mitolojideki Sisiphus(Sisyphos,Sisifos) gibi tepeye yaklaşırken yeniden aşağı düşer ama hiç vazgeçmez.Anlatıcı Aziz Nesin, hikayesini onu kurtarıp kurtarmamak üzerine kurar.
Bense üstaddan çabuk davrandım ve bir kağıt parçasının ucuyla küçük örümceği alıp pencereden salıverdim gitti.
O dakika yarı kapalı gözlerimde bir şimşek çaktı.
Aklım yıllardır ilk kez bir oh çekti.
Örümceği kurtarırken örümceği değil kendimi kurtardığımı hissettim.
Oturup orada onun işkencesini izlesem ya da suyu açıp öldürsem aklım her gece olduğu gibi yine huzur bulmayacaktı.
Ve yıllardan beri kendi kendime yaptığım işkenceyi fark ettim.
Gün ağarırken o kelime beynimde dönüp duruyordu .
“Affetmek.”
Yıllardır herkesten dinleyip durduğum ama bir türlü beceremediğim o eylem.
Affet diyordu herkes ama olmuyordu.
Sonra bir arkadaşımın verdiği şu cümleleri sakladığım yerden çıkarıp okudum.
Kime ait olduğunu bilmiyorum o yüzden adını da yazamıyorum, beni affetsin.
“Affetmek için, insanın ruhsal ve zihinsel olarak kendisini hazır hissetmesi gerekir. 
Çünkü affetmek bir seçimdir.
Kimsenin zorlamasıyla affetmek mümkün değildir. 
Affetmek bir süreçtir.
Birdenbire affedişler bile bir sürecin ürünüdür.”

Yıllardır yanlış insanlarıma hissettiğim öfkeyle yaşıyorum.
Susuyorum konuşmuyorum ama, ideallerimizi , hayallerimizi kendi bencillikleri uğruna mahveden ,harcayan insanlarıma olan öfkemi gece gündüz gittiğim heryere taşıyorum.
Bu öfkenin bana mücadeleye devam etme enerjisi verdiğini sanıyordum ama şimdi anlıyorum ki bu kızgınlığın ağırlığı ile tam tepeye ulaşırken yeniden aşağı düşüyorum.
Ve bu gece o örümceği kurtardıktan sonra aniden karar verdim.
Sizi affediyorum.
Başta seni affediyorum…
Seni de affediyorum…
Hepinizi tek tek affediyorum.
Affetmek kolay değildir. Fakat özgürleşmek için gereklidir. 
Çoğu insan affetmenin nefret ettiği kişiyi suçsuz ya da haklı bulduğu anlamına geleceğini sanır.
Oysa affetmek, geçmişteki anıların boyunduruğundan kurtulmak, yaşamımızı kontrol altında tutmasına son vermek demektir.
Affetmek, o kişiyi sevmek değil.
Affetmek, o kişiyle konuşmak zorunda olmak değil.
Affetmek, o kişiyle ilişkiyi sürdürmek değil.
Affetmek, o kişinin beklentileri doğrultusunda davranmak değil.
Affetmek, o kişiyi kucaklamak değil.
Affetmek, o kişiyi suçsuz bulmak değil.
Affetmek, o kişiyi haklı bulmak değil.
Affetmek, o kişinin verdiği zararları telafi etmek için çaba göstermemek değil.
Affetmek kırgınlığın, küskünlüğün, nefretin hapishanesinden özgürlüğe kavuşmaktır.
Affetmek artık acıyı hissetmemektir.”

Sizi affediyorum.
En başta da seni…
Umarım hayat bundan sonra iyi şeyler getirir size.
Sizi artık sonsuza kadar kendimden bırakıyorum.

En son olarak da kendimi affediyorum.
Bunca yanlış insanı seçmiş olduğum ve yıllarımı harcadığım için kendime kızıyordum.
Artık kendimi affediyorum.
Aldığım tüm o yanlış kararları, hatalı tercihlerimi, hepsini affediyorum.
Bugün öğrendiklerimi başka türlü öğrenemeyecektim belki de.
Belki yine hatalar yapacağım ama aynıları olmayacak.
Bu satırları yazarken bile yaşadığım hafiflemeyi, rahatlamayı anlatamam . Bütün sekiz ayaklı Sisiphus’larımı salıveriyorum.
Hırslarınızın ve bencilliklerinizin hücresinde yaşadığınız sonsuz işkencenize ortak olmayacağım artık , 
mecazen de olsa sizi öldürmek de istemiyorum eskisi gibi.
Hadi gidin ve artık rahat bırakın beni.
Sizi Allah’a havale ediyorum.
Ben sizi affediyorum.

İşte böyle önemli bir geceydi dün gece benim için.
Sabah ışıdı.
Hala biraz pus var var , gökyüzü de gri ama yeni bir gün başladı.
Buraya kadar okuyup sıkılmadıysanız size de son tavsiyem ,siz de affedin.
“Nefreti aşmanın tek yolu var: Affetmek...
Başkalarını affettiğimizde biz özgürlesiriz."

Yazar: Kerimcan Kamal

7 Mart 2016 Pazartesi

Sevda Kuşun Kanadında!

Böyle muhteşem bir eser, bir dandik diziyle mi aklınıza geldi?
Diziye ismin konmasına izin verenlere de yazıklar olsun yitip gidiyor çoğu değer.
Bakıyorum en güzel şarkılar türküler dizilerden öğrenilip bir de utanmadan youtube da altına falanca diziden gelenler diye yorum yapılıyor böyle bi rezalet değersizleştirme görmedim ben, ayılın gençler!
Siz hiç dinlemeyin daha iyi, valla bak:) bize kalsın bu muhteşem değerler, eserler, değerini bilenlere.
Böyle güzel sözler nasıl bir diziyle özdeşleşebilir bilemiyorum:(

Dağbaşında rastladım aksakallı birisine 
 Bin yıllık bir halıya bin yıldan beri 
 Bağdaş kurmuş bir çınar gibiydi 
 Sordum ona "Aşk ne ustam hayatın sırrı ne, 
 Tepeden tırnağa aşığım ben 
 Ve koskoca bir hayat var önümde?

" Sevda kuşun kanadında 
 Ürkütürsen tutamazsın 
 Ökse ile sapanla vurursun da saramazsın 
 Hayat sırrının suyunu 
 Çeşmelerden bulamazsın 
 Ansızın bir deli çaydan içersin de kanamazsın 

 Taaa 2012 de yazmışım , bakalım ne demişim?

Kaotik Gönderiler!

Bugün, bunca zaman sonra ilk defa alıntı değil, beni anlatan başka sözler şarkılar değil,kendi sözcüklerimle isyanımı dile getirmeye gelmiştim. Taslaklarıma baktım önce..
Gerçekten iddia ettiğim gibi mutsuz sıkıntılı hissettiğimde yazmışım çoğu zaman,
kafam çok doluysa alıntılar paylaşmışım benim için kaybedilmemesi gerekecek kadar değerli olan.
Hiçbir hedefi amacı olmayan. Ama ben yazsam bunu yazardım dedirten.
Deşifre edilmişseniz, yani zamanında güvenip birilerine bak ben buraya yazıyorum bazen demişseniz,
içinizi özgürce dökemez hale geliyorsunuz, hatta sizden beklentiler olup boğdukları bile oluyo,
neden onu yazmadın, neden mutluyken yazmadın, bak bunu yazmışsın ama, burası benim sığınağımdı? ne zaman içimden gelirse o zaman yazmalıyım değil mi,
zaten tüm detayları ile hayatımın her gününü paylaşsam bu bir günlük olurdu herkese açık ve ben bunu hiç istemedim, hep bana yöneltilmiş bir sorudur blog yazmaktan anlamayanlar tarafından,
arada makyaj ve stil bloglarına gözleri değmişse hele de yandık, sorular stabil,
neden resmin yok, neden neler yaptığını anlatmıyosun, yahu bunun için daha izole ortamlar var kişiselleştirilebilecek paylaşmak istersem, instagram, facebook gibi, paylaşanlara sözüm yok ama ben istemiyorum?
Ve işte bu yüzden anonim kalmak istiyoruz çoğumuz. Umarım yeniden açıklamak zorunda kalmam:)
Huy bu, tercih, ne derseniz artık.Ben nasıl saygı gösteriyorsam beklediğim bundan bir adım ötesi değil.


Bir yorum gördüm onaylanmak için bekleyen:
Bak yukarıda ne güzel yoruma teşvik eden mesaj yazmışsın , ama atılan mesajlara cevap verme tenezülünde bulunmamışsın :) 
Hah dedim tam da yerine rastgeldi yaramın.Elimden geldiği kadar ihmal etmemeye çalışıyorum
ama ben zaten yazarak diyeceğimi demiş oluyorum bazen de.
Ama burda başka bir yaram var tam cız ettiren.
Konu: sürekli içine düştüğüm yanlış anlaşılma kaosu.
Bir fikir, bir yardım, hiç olmadı içimi dökmek istedim.
Sütten çıkma ak kaşık değilim, sabırlı ve ağzından çıkana dikkat etmeye çalışan bir insan olmaya,
kendimi karşımdakinin yerine koymaya çalıştım her zaman.
Ama bunu başaramıyorum her zaman gördüm ki, üstelik bir değil birkaç olay üst üste geliyor bazen.
Mücadele etmeyi bırakmak dendi susunca, konuşunca zorlamak oldu, hep böyle değil midir?
Nerede konuşup nerede susacağını hatta ne zaman pes edeceğini bilmeli insan bazen sessizlik öyle çok şey anlatır ki bütün soruların ve sorunların çözümü olur.
Ama arkadan konuşmak nedir benim aklım almıyor alamadı bunu, hazmedemedim.
Çok üzgünüm, çok kırgın,çok şaşkın.
Bana yapılmasını istemediğimi ben başkalarına hele de sevdiklerime nasıl yapıyor olabilirim demiyor musunuz?
Ama bir de şu var ki, ben çok zor güvenen bir insan olarak, kazık yemelere doymadığım için, birini güvenip sevdiğimde onun iyi niyetinden kuşku duymuyorum elimden geldiğince, elimden geldiğince diyorum çünkü karşınızdaki insan sizi tanıyorsa tahammül edemeyeceğiniz şeyleri bilir ve sizi kıracak bir şey yaptığında bazen kasten yaptığını düşünebilirsiniz de.
Çünkü sonucunu biliyor olmalıdır ve bunu göze almıştır, hatta ,stediği dolaylı olarak budur değil mi?
Öte yandan bazı şeyler anlıktır ve bunu düşünecek zamanı olmayabilir veya bu kadar önemseyeceğinizi de tahmin etmemiş olabilir (pollyanna ölmemişse eğer)
İşte ben bu yanılsamanın bedelini ödüyorum adeta. Ödetiyorum da.

Bunlar bana çok çetrefilli, çok fanfirifon, yani kafam bi dünya.
Kendi kendime eziyet ve soru sormayı bırakalı çok oldu ama ne yapsam üstüne alınanlar, her sözümü havada tutanlar, yani bi yerden bir şey çıkıp illa suyu bulandırıyolar, durgun suyu.
Korkuyla başlıyorum güne bugün ne olacak gene canımı sıkacak diye oysa bir güne de huzurla uyanmak isterdim.. Yarına çıkacağımız meçhulken.
Canım yer yer çok sıkkın, kalbim parçalı bulutlu, bir güneş bir sağanak yağmur tam havasına göre giyinmeye alışıyorum bir fırtına ki buzz kesiyorum. Bu ara buz kestim yine evet bir tek cümleyle yine ben buz kestim.
Sağlığım hayatımda olmadığı kadar bozuk ve kötüye gidiyor, ama ben bunların hepsini bilip hiçbirine anlayış veya saygı gösterecek kadar bile hatrım kalmamış insanların benden hırsını alamamış olmasına şaşıyorum hala, nasıl safım ama?

Neyse aslolan nedir bilemiyorum ama lüzumsuz hırs yapmayın, zaten hiç sizin olmayanı terk edemezsiniz diyorum yine. Hiçbişey bize ait değil bu hayatta, emanet, emanetiz birbirimize hatta.
Para, pul, bu can bile emanet. Ne verirseniz onu misliyle geri alırsınız unutmayın.
Özlemek kadar büyük bir ceza da yok her ne kadar aklınıza bile getirmiyor olduğunuzu iddia etseniz de bazılarını, bu sözü sarf ederken bile aklınızdan çıkmadığını belirtiyosunuz zaten ,ah canım bu çaresizlik, acizlik sadece:)
Birkaç konu bir arada olduğu için kaotik dedim ama benim asıl kaotik dediğim bloglar böyle değil o da diğer konumuz olsun:f

Diyeceklerim bu kadar. Şimdilik.

Sinirli İpek

Tarihin en zeki insanına ne oldu?


1898-1944...
Adı William James Sidis. Yahudi asıllı Rus göçmeni bir ailenin çocuğu. Babası Boris Sidis, Harvard Üniversitesi'nde psikoloji ve psikiyatri eğitimi veriyormuş, pek çok da kitabı varmış. Annesi Sarah, bir tıp doktoruymuş.Zekâ katsayısı 250 ile 300 arasında tahmin ediliyor. 6 aylıkken okuma yazmayı öğrendiği, 18 aylıkken The New York Times'ı okuyabildiği öne sürülür.

İki yaşındayken kendi kendine Latince öğrendi. 
Üç yaşında Yunancayı da biliyordu. Yetişkin olduğunda 40'tan fazla dil ve diyalekti konuşabiliyordu.

11 yaşında Harvard'a girmeye hak kazandı. Daha birinci sınıf öğrencisiyken Harvard Matematik Kulübü'nde dört boyutlu nesnelerle ilgili konferans verdi. 16 yaşında akademik eğitimini tamamladı ve tarihte gelmiş geçmiş en genç profesör oldu. 

Ünlü matematikçi ve fizikçi Subrahmanyan Chandrasekhar'dan 20 yıl önce kara deliklerin mümkün olduğunu gösterdi.

Gelmiş geçmiş bütün harika çocuklar arasında muhtemelen en yüksek zekâya ve kapasiteye sahip olan oydu. 20 yaşlarında sosyalistlerin mitinglerine katılmış, hapse dahi girmişti. 

Ne olduysa matematiğe küstü ve profesörlüğü çok kısa sürede terk etti. Farklı işlere yöneldi, bir işten bir işe geçti. haftada 20 Dolar getiren bir işte katip olarak hayatını kazanan, 
dedektif romanları okumaktan ve Amerikan yerlilerinin ritüellerine merak sarmaktan başka pek bir şeyle ilgilenmeyen bir insan olarak kaldı. ,
Bütün Zekâsını tramvay tarifelerine adadı, yaşadığı şehir olan  Boston'un tarihini araştırdı. 
Normal bir insan olabilmek için üstün çaba sarf etti ama tümüyle başarılı da olamadı. 
46 yaşında öldüğünde, hayatında seks yapmamıştı. 
Yaz ya da kış olsun, sürekli yelek giyiyordu. 
Düzenli olarak yıkanmayı öğrenemedi.

Sonuç olarak; 

Tek başına zekanın hiçbir şey olduğunu kanıtlamış oldu. 
Hayal gücüne, yaratıcılığa, doğru bir yaşam felsefesine sahip olunmadığı takdirde 
yüksek zekanın değersiz olduğunu gösterdi.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...